Blog yazılarımızı okumak için tıklayın

Mutluluğun Sırları - Duygularınızın Yönetimini Üstlenin

Tarih: 28.03.2023 09:00
Mutluluğun Sırları - Duygularınızın Yönetimini Üstlenin
“Bana gerçekten korkunç bir şey yapmış olan birisini nasıl olur da aklımdan çıkarabilirim?” diye düşünebilirsiniz. Bir seminerde Eleanor Roosevelt’in sözünü duvarda asılı bir pankartta ilk gördüğüm günü hiç unutmayacağım. Deyişini biraz değiştirip şöyle demiştim: “Rızamız olmaksızın, hiç kimse öfke duygusuna kapılmamıza yol açamaz.” Bir katılımcı itiraz etmişti: “Ne tür insanlarla birlikte çalışıyorum bilemezsiniz. Birisi yüzüme bağırdığında bu beni çıldırtmamalıdır mı demek istiyorsunuz?”

Sizi Kim Çıldırtıyor?

“Duygularınızı kontrol edin, yoksa onlar sizi kontrol eder."
                                                                                                                                                           - ÇÎN ATASÖZÜ
Aynı oturumdaki bir kadın kendi görüşünü şöyle dile getirdi: “Roosevelt’in deyişine katılıyorum, çünkü aynı şey benim başımdan geçti. Ben ameliyathane hemşiresiyim. Birlikte çalıştığım cerrah gördüğüm en rahatsızlık verici insandır. Mükemmel bir doktordur, ama insani becerilerin yanından bile geçmemiştir.
“Geçen yıl bir ameliyat sırasında benden neşter istediğinde, saniyenin onda biri kadar bir süre geciktim. Herkesin önünde beni azarladı. Arkadaşlarımın gözünde beni gülünç duruma soktu. Kendimi o kadar aşağılanmış hissediyordum ki, mesleki sorumluluğum olmasa ameliyathaneden çıkıp giderdim.
“Daha sonra akşam arabamla eve dönerken bana söylediklerini düşünmeye başladım. Eve vardığımda kan beynime sıçramıştı. Yemek hazırlamaya başladım; buzdolabının kapısını şiddetle çarpıyor, sebzeleri intikam alırcasına doğruyordum. Yemeğe oturduğumuzda olanları kocama anlatmaya başladım. Olayın yeniden canlanması sinirlerimi daha da bozdu. Sonunda, ‘Bu doktor beni çıldırtıyor!’ diye haykırdığımı hatırlıyorum.
“Kocam bu sözleri daha önce de duymuştu. Sakin bir sesle, ‘Judy, saat kaç?’ diye sordu. Nereye varmak istediğini pek anlamadan, kendisine bakarak ‘Saat yedi’ diye yanıtladım. ‘Peki, bu olay saat kaçta oldu?’ diye sordu. Hâlâ bilmeceyi çözememiş bir şekilde, ‘Sabah saat dokuzda’ dedim.
“Kocam gene sakin bir şekilde, ‘Judy, seni çıldırtan gerçekten o doktor mut diye sordu ve ayağa kalkıp odadan çıktı.
“Oturup düşünmeye başladım ve beni çıldırtanın doktor olmadığını fark ettim. Doktor odada değildi ki? O adamı arabama alıp evime getiren bendim. Kendisini evime davet edip soframızda bir yer sunan benden başkası değildi. Orada oturmuş, on saat önce olmuş bir olaya takılıp kalmıştım.
“O akşam, bu cerrahın özel hayatımı zehirlemesine bir daha izin vermemeye karar verdim. O günden itibaren onu hastanede bırakacaktım. Evimde sevgi dolu akşamlarımı bozmasına izin vermeyecektim.”

Düşman Kim?

 “Duygularınızı kontrol edememek küreksiz bir kayıkta gitmeye benzer; karşınıza çıkacak ilk kayaya çarpıp parçalanmaya mahkûmsunuz demektir."
                                                                                                                                                  - MAHATMA GANDİ
Eve kimleri birlikte getiriyorsunuz? Yemek masanızda kimlere yer ayırıyorsunuz? Sadece yaptığınız yanlışları gören ve doğru yaptıklarınızı hiç fark etmeyen aşırı eleştirel şefinizi mi? Huysuz çalışma arkadaşınızı mı? Ağaçlarınızın dallarının kendi bahçesine doğru uzamasına kızan komşunuzu mu?
Sally Kempton’a göre, “Kafanızın içinde ileri karakollara sahip bir düşmanla mücadele etmek zordur.” Zor insanları kafanıza ve evinize sokmayacağınıza, onlara huzurunuzu yıkma gücünü vermeyeceğinize söz verin. Bu andan itibaren, huzurunuzu olası bir yıkıcının ellerine teslim etmektense, duygularınızın yönetimini üstlenin.
Charles Darwin şunu saptamıştı: “Ahlak kültüründeki olası en yüksek aşamaya düşüncelerimizi kontrol etmek zorunda olduğumuzu kavradığımızda ulaşırız.” Hayatın çok daha hoş başka yanları üzerinde odaklanmak varken, asap bozucu durumlara boğulmanın bir anlamı var mı?
Psikologlar, kendinizi nasıl düşünürseniz öyle olacağınızı söylerler. José Ortega y Gasset aynı şeyi şöyle ifade eder: “Bana dikkatinizi neye ayırdığınızı söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim.” Eğer kafanızı hayatınızdaki nefret edilecek insanlara takarsanız, siz de nefret edilecek bir insan haline gelirsiniz.

Etrafınıza Bir Huzur Duvarı Çekin

 “Kendine saygı duyan başkaları karşısında emniyettedir, hiç kimsenin delemeyeceği bir zırh kuşanmıştır.”
                                                                                                                   - HENRY WADSWORTH LONGFELLOW
Genç bir kadın söze girerek şunları anlattı: “Ben de o cerrah gibi birisiyle çalışmak zorunda kaldım. Geçen yaz üniversitede okurken bir fabrikada çalıştım. Atölyedeki nezaretçimiz hayatımızı cehenneme çevirmek için elinden geleni eksik etmiyordu. Kasıtlı olarak bizi iğneliyor, protesto ettiğimizde de masum rolü oynayıp, ‘Hiç şakadan anlamıyorsunuz’ ya da ‘Sadece şakaydı’ diyordu.
“Kadını gittiğim her yere birlikte götürmeyi âdet haline getirmiştim. Arkadaşlarıma, birlikte çalıştığım kişilere, dinlemeye hazır herkese kendisini şikâyet edip duruyordum, izin günlerimde de yanımda oluyordu, hatta hafta sonuna bile birlikte çıkıyorduk. Şimdi, kendimi böyle kötü hissetmeme neden olanın o kişi olmadığını görüyorum. Kendimi ve çevremdeki herkesi kötü bir ruh haline sokan benden başkası değildi. Çizgi romandaki, peşinde hep bir toz bulutuyla dolaşan o felaket tip gibiydim, ama benim peşimdeki bir nefret bulutuydu
“Babam, birlikte çalıştığım herkesten hoşlanmayı beklemenin gerçekçi olmadığım fazla geç olmadan öğrenmem gerektiğini söyledi. Nezaretçinin davranışlarını değiştirmek için yapabileceğim bir şey olup olmadığını sordu. Bunun pek mümkün görünmediğini söyledim. Aynı vardiyadaki bazı arkadaşlar şikâyette bulunmuş, ama geçici işçi oldukları için ciddiye alınmamışlardı. Babam, ya bir şey yapmam ya da sesimi kesmem gerektiğini söyledi, muharebelerini kendin seç demek istiyordu. Kadının davranışını değiştiremeyeceğimi düşündüm. Çok kıdemli olduğu için sendika da onun yanındaydı, işten ayrılmayı da istemiyordum, çünkü okul için paraya ihtiyacım vardı. Böylece kendimi değiştirmeye karar verdim.
“Onun yanındayken etrafıma huzur duvarı olarak adlandırdığım şeyi çekiyordum. Ne derse desin ya da yapsın, mızrakları bu duvara çarpıp geri dönüyordu. Yapabileceğim en iyi şey, sızlanıp durmak yerine onun zalimliğine aldırmadan kendi işimi yapmaktı.”

Zamanı Çarçur Etmek mi, Zevkini Çıkarmak mı?

 "Hayatı seviyor musun? Öyleyse, zamanı çarçur etme, çünkü o hayatın yapıldığı kumaştır.”
                                                                                                                                             - BENJAMIN FRANKLIN
Al adında bir seminer katılımcısı bu fikri nasıl hayata geçirdiği konusunda bir rapor hazırlamıştı. Şöyle yazıyordu: “Karım da, ben de son derece stresli işlerimizi her akşam birlikte eve taşımaya alışmıştık. Semineriniz, hep işlerimizdeki sıkıntılardan söz ettiğimiz için akşamlarımızın tadını çıkaramadığımızı görmemde bana çok yardımcı oldu. Karımla, evimizi cennete çevirmek üzere Eleanor Roosevelt’in fikrinin değişik bir biçimini kullanmaya karar verdik.
“Akşam eve geldiğimizde her birimiz on beş dakika gününün nasıl geçtiğini anlatabiliyor. Sonra tamam! Kim kime ne kötülük yapmış gibi intikamcı anlatımlar kesiliyor. Zaten günümüzün on iki saati işyerinde ve yolda geçiyor. Bu kadar yeter. Psikolojik sancılan devam ettirmenin ne gereği var? Birlikte konuşabileceğimiz çok daha ilginç o kadar başka konu var ki! Artık ikimiz de dört gözle akşamın gelmesini bekliyoruz.”

Huzur Bir İç Meseledir

‘‘Çoğu insan zihninde olduğu kadar mutludur.”
                                                                                                                                                - ABRAHAM LINCOLN
Lincoln’un deyişini başka sözlerle tekrarlarsak, çoğu insan zihninde olduğu kadar mutsuzdur.
Bu felsefeye gözümü açan bilge bir tenis hocasına ömrümün sonuna kadar müteşekkir kalacağım. Takımımız okul minibüsüyle ağır bir hezimete uğradığı bir maçtan dönüyordu. Herkes rakip takımdakilerin uyguladığı psikolojik taktiklere öfkesini kusuyordu. Bizi yenmek için her yola başvurmuşlardı; oyunu yavaşlatmış, içeri düşen toplara dışarı düştü diye itiraz etmiş, kritik anlarda konuşmaya başlamışlardı.
Koçumuz birden minibüsü yol kenarındaki bir park yerine çekip kesin bir dille hepimizin aşağıya inmesini istedi. Bizi oradaki bir banka oturtup konuşmaya başladı: “Bir saattir siz küçükhanımları yakınma ve inlemelerini dinliyorum ve bu beni hasta etti. Başınıza gelen bir şeyden dolayı başkalarını suçlamaktan vazgeçin. Evet, dürüst değillerdi... Ama hayat böyle. Ya böyle sızlanıp durur ve mankafalar olarak kalırsınız ya da büyür ve şampiyonlar gibi davranırsınız.
“Bu andan itibaren, rakipleriniz ne yaparsa yapsın, kendinizden gurur duyacağınız bir şekilde davranmanızı istiyorum. Siz izin vermediğiniz sürece hiçbir takım moralinizi bozamaz. Ancak sizi kendi düzeylerine çekmeyi başarabilirlerse kaybedersiniz. Şimdi arabamıza binelim; artık tek duymak istediğim şey bir sonraki maçı dürüstçe oynayarak nasıl kazanacağınız.”
“Sorun şudur” diyor, psikolog B.E Skinner, “Bizi kim yönetecek; rastlantılar ya da tiranlar mı, yoksa kendimiz mi?” Rastlantılara ve tiranlara sizi mutsuz kılma gücünü vermeyi durdurun ve işler yanlış gittiğinde suçu başkalarında ya da hayatta aramaktan vazgeçin
“Bunu söylemek kolay da yapmak o kadar değil” diye mi düşünüyorsunuz? Haklısınız. Bu insanlığın ezeli sorunlarından biridir ve ebediyen bir meydan okuma olarak kalacaktır. Bu nedenle bir sonraki bölüm bazı büyük düşünürlerimizin geliştirdiği çeşitli tutum uyarlama felsefelerini ele alacaktır. Onların bilgece yaklaşımlarını benimseyerek ya da kendi yaklaşımınızı geliştirerek, sızlanıp durmak yerine yaşamdaki adaletsizliklere onurlu bir şekilde karşı koyabilirsiniz.
 
Hemen Sor
Yükleniyor...